Güncel Başlıklar:

Hesene Mete Kimdir

Unknown 20 Temmuz 2013 Cumartesi 12:12

















 Hesene Mete
1957 Ergani doğumlu. 11 yaşında iken köyünden ayrılır. Birkaç kez tutuklanır. 1980 yılında Türkiye’yi terk eder. Üç yıl kadar, Suriye, Irak ve İran’da yaşar. Daha sonra İsveç’e yerleşir. O zamandan beri İsveç’te yaşamaktadır. Hikaye, Roman ve Gezi yazıları yazmaktadır. Ayrıca bir demet çeviri eseri de vardır.

ESERLERİ:    
Smirnoff, Öykü
Labirenta Cinnan, Roman.
Epilog, Öykü.
Ardu, Geleneksel Öyküler.
Tofan, Roman.
Ansiklopediya Zarokan.
Gername: Gezi.
Gotinen Gunehkar, Roman.




Pakize Barışta

Hesenê Metê yeni romanıyla büyük ezberi bozuyor: ‘Günah’ 
   

Edebiyat, düşle gerçek olanı hem birbirine harmanlar, hem de birbirinden ayrıştırır. İnsanın inançlarıyla (inandıklarıyla), evrenin gerçeklerini buluşturup, bu buluşmanın içinden karşı inançlar ve gerçekler doğurur; sonuçta, her an yenilenen ve değişen heyecan verici yeni edebîlikler doğar. 

Edebiyatın döngüsüdür aslında bu. 

Yazar bu döngünün, ummanda bir damla misali doğurgan bir hücresidir. 

Hesenê Metê, günahın hakikatini, hakikatin de günahını işliyor yeni yayımlanan romanında. 

Günah, Hesenê Metê’nin kodları deruni, evrenin içiyle doğanın içini ve insanın içini birbirine halkalayan; bir edebî reddiye ile kabulün mütevazı bir deklarasyonu adeta. 

Hesenê Metê, romanını şu anahtarla açıyor zaten: 

“Onu inkâr ettiğim halde 

O beni bilir, ben de onu.” (Muhiddin ibn Arabi) 

Yazar, bu anahtarı dilersek birlikte kullanmayı da öneriyor: “İstiyorsanız eğer düşün ardıma, buyrun siz de gelin benim yurduma. Buralarda olmayan, bu dünyadan uzak yurduma… Orada her şey hareketsizdir, karınca, çocuk, Allah her şey hareketsiz… Ne dersiniz?” 

Hesenê Metê’nin ardına düşüldüğünde kapılar.. kapılar açılıyor okura. 

Ve okur adeta bir Hermes sınavından geçiyor; hakikate varmak için zorlu bir düşsel ve gerçeksel; sayılamayacak kadar çok ezberin bozulduğu bir gerçek hayat sınavı bu. 

En büyük ezber olan günahın kaynağında yer alan tarafların ve paydaşların edebî bir deşifrasyonu sanki bu roman. 

Günah’ın orijinal dili Kürtçe. Çeviriyi yapan Muhsin Kızılkaya, bu romanı yeniden yazmış adeta. Çok sevdiğim bir roman kahramanı der ki: “Edebiyat eserini çeviriden okumak, güzel bir kadını tül perde arkasından öpmek gibidir.” Muhsin Kızılkaya, mükemmel çevirisiyle aradaki tül perdeyi kaldırmış bence; romanın ruhuna ruh katmış adeta: 

“Daha o zamanlarda bile Allah, ondan başkasını sevmeyeyim diye beni kendisi için özel yaratmış sanıyordum. Ben de öyle yaptım; olgunluk çağıma kadar tıpkı bir Yahudi gibi benliğimle sahip çıktım Allah’a; bir Hıristiyan gibi benliğimle sevdim onu; yaşayan her Müslüman kadar benliğimle ibadet ettim ona… Ama şimdi laf lafı açınca… İnanın daha o zamanlar biliyordum. Biliyordum ki, Allah bir çocuğa benzer; onu sevmezsen eğer küser sana, kızar, uzaklaşır senden.” 

Günah, adını aldığı semavi kültürün kaynağına uzanan bir yol, bir deşifrasyon; kadim olanla/sayılanla, kadim öncesini (pagan olanla) vicdanımızda ve aynı zamanda idrakimizde çatıştıran işaretlere sahip bir roman. 

Binlerce yılın biriktirdiği varoluş kodlarını çözüyor; ve çözerken de tarifi zor bir arınma gerçekleştirmiş oluyor. Okur, günahın sırrını çözme sürecine girdikçe, aslında –romanın başkahramanı gibi- kendini bulmaya başlıyor Günah’ta: “Lakin şimdi biliyorum. Şu anda ruhumun ne kadar zenginleştiğini biliyorum, bunu hissediyorum. Acı ve mutluluk zenginiyim, iyilik ve kötülük zenginiyim şimdi. Bu zenginliğimi de Demora’nın ardı sıra çıktığım yolculuk sırasında edindim. Bu kutsal yolculuktan sonra günahlarımın çoğaldığına, günah yükümün daha da ağırlaştığına eminim. Bunu biliyorum. Ama yemin ederim size, eskisinden daha akıllı ve daha bilgiliyim şimdi. Çünkü bu seyahat sırasında, ölüm hariç her şeyle karşılaştım, her şeyi gördüm gibime geliyor. Ve şimdi bile.. artık Allah’ın sevgili bir kulu olmadığım halde, dinsiz biri olduğum halde, hâlâ o sunağı, Lulu Han’ın evini, o seyahati ve Demora’yı çok seviyorum. Demora’nın da, o vakit beni sevip sevmediğini hâlâ bilmiyorum ama ben onu çok sevdim. Korkmadan, utanmadan bir kez daha söylüyorum işte: Onu Allah’ı sevdiğimden daha çok sevdim.” Demora’yı; yani Havva’yı büyük bir aşkla seven romanın başkahramanı Behram, metaforik gizlilik içinde aslında Adem’i temsil ediyor. 

Aşk, semadan aşağı indirildiğinde gerçek gücüne kavuşuyor ve günahsızlaşıyor; insan artık günahsız bir dünya hayali kurabilir oluyor; asla ve asla cezalandırılamayacak bir insan tasarımı bu. 

Hesenê Metê’nin edebî gücü olağanüstü bu romanında insanın perdeli ve perdesiz halleri ve kaderini teslim ettiği kendi dışındaki ulvi değerler yeniden değerlendiriliyor. Son derece yalın, duyarlı, empati kuran bir biçim içinde, epik denilebilecek bir anlatım/aktarımla yapıyor bunu. 

Hesenê Metê, adeta konuşuyor okuruna: “Nasıl anlatayım. Ben de öyleydim, ben de sizin gibiydim, ben de sürekli içimde bir kuşku taşıyordum.. bir zamanlar Allah’ın varlığıyla ilgili bile kuşkuya kapılıp hesap yapıyordum, ‘Allah varsa eğer, bir cennet yitireceğim, biliyorum..’ diyordum, ‘ama Allah yoksa eğer, o zaman sadece bir hayat yitireceğim.’ (…)” 

Hesenê Metê, izlenmesi gereken bir yazar. Günah ise, dünya edebiyatı içinde büyük ezberi bozan bir edebî damla. 

(Günah, Hesenê Metê, Çeviren: Muhsin Kızılkaya, İthaki Yayınları)